4 Aralık 2012 Salı

Everyday is like Sunday, Everyday is silent and grey.


    Güzel bir gün bugün. Güzel bir başlangıç yaptım güne.
   

15 Kasım 2012 Perşembe

Eylemsizlik.

Mischief Champion

   Hani otobüs aniden durur ve öne doğru gidersin, gaza basınca da koltuğa yapışırsın ya. İşte tam olarak eylemsizlik halindeyim bu aralar. Olan tüm olaylara ve durumlara karşı, kendimi sabit konumuma getirmek için, her etkiye aynı ölçüde tepki vererek, başlangıç noktama geri dönüyorum. İyi mi yapıyorum, bilmiyorum. 
   En azından bu hal, beni bir süreliğine idare eder gibi. 

8 Kasım 2012 Perşembe

   Duraklama devrimdeyim. 
   Radikal bir karar vermezsem, yıkılacağım.

8 Ekim 2012 Pazartesi

a.


      Şarkı söyleyen bir adam... Hayatımdaki yeri çok büyük olan bir adam...

   Aslında hiç gitmemiş gibiydim ilk gördüğümde onu. O hep benimleymiş, ben hep onunlaymışım gibi... Bir değişmemişlik, aynılık hali... Özlediğimden bile emin değildim.

   Ta ki, o şarkı söylemeye başlayıncaya kadar. Müziğin aramızda farklı bir bağ yarattığını keşfettim o anda. Kelimeler bizim için küçük sanat oyunlarıydı sanki ya da bir gereklilik. Ama müzik öyle değildi, o söylediğinde, ben dinlediğimde, beraber dinlediğimizde; işte en çok o zaman anlıyorduk birbirimizi. Arka arkaya şarkılara hikayeler yazabilecek kadar iyi biliyorduk bu dili. 

   Ve o adamda, sahnedeyken şunu gördüm. Bu adam müzikle olmalıydı, müzik olmalıydı. Hiç görmemiştim onu böyle, farklı bir a halindeydi dün gece. Şarkı söylemek, onun meditasyonuydu sanki. Gözlerini kapatıp neler hissediyordu kim bilir şarkı söylerken... 

   Şarkıların farklı bir şeyi vardı bir de. Ne olduğunu hiçbir zaman çözemediğim bir şeydi bu. Ama bana kendimi iyi hissettiren, gözlerim dolarken aynı zamanda gülümsettiren bir şey... Her şarkı, sanki her insana faklı duygular hissettiriyor, milyonlarca farklı duygu çıkıyordu ortaya. Küçücük bir nokta vardı ama, hiçbirimizin bilmediği tek bir ortak his vardı. Kendini hem tek hem bütünle hissettiren şarkılardı, garip...

   Şarkı söyleyen bir adam... Hayatımdaki yeri çok büyük olan bir adam...
   Güzeldi dün gece. Güzeldi onu, olmasını hep istediğim yerde görmek.
   
   

2 Ekim 2012 Salı

Eve Dönüş.

    Sonunda evimdeyim.

   Bir ay çok çabuk geçti benim için. Hatta hiç gitmemiş gibiyim. Bütün bir ayı, sanki sadece dün geceki rüyamda gördüm ve odam da açtım gözlerimi. Gerçi değişen çok şey olmuş burada. Herkesin hayatı çalkantılarla dolmuş. Ben de değiştim şüphesiz. Ama kendimi iyi hissettiren bir değişim bu. Gitmeden önceki buhranlı i'nin yerini, huzurlu bir i aldı. 

   Dönmek çok zor geldi buraya. Fakat bir yanda da sevdiklerimi duyduğum özlem vardı. İkilemde kaldım aslında hep bu yüzden. Gene de dönmek, güzel bir duygu. 

   Aslında tek başıma bir aylık bir tatil yaptım Xylokastro'da. Kendimi, sevdiklerimi, ilişkilerimi, hayatımı çok sorguladım oradayken. Buraya döndüğümde beni bekleyen sorumluluklar, orada düşündükçe gözümü korkutmuştu. Ama sonra bir şey oldu ve ben hayattan zevk alan, sorumluluklarımı üstlenebilecek, bazı şeyleri umursamayıp oluruna bırakmayı tercih eden bir insan haline geldim. Tüm endişe ve korkularımın, sadece beni mahvettiğini gördüm. 

    Değiştim. Güzel değiştim.

   Çok tatlı, çok sevdiğim insanları bıraktım orada. Ağladım dönerken, evet. Eve dönme istediği gene de hep içimde bir yerlerdeydi. Beni Ankara'ya bağlayan çok şey var. Fakat, dünyanın neresine gidersem gideyim, yaşama içgüdüsü misali, mutlu olmak için bir şeyler yapabileceğimi keşfettim. Yani şikayet etmek yerine, kendimi orada kaybetmeyi, huzurlu olmayı seçtim. Tek başınalığın keyfine vardım.

  Ve bir de, sevgiliyi pek özledim. 
  Hava alanında ayrılırken ondan, son kez öperken onu, bu kadar özlemle dolacağımı ben bile tahmin etmiyordum. Şimdi burada değil O, gelecek yakında. Bekliyoruz hep birbirimizi, hayatın akışında. Kavuştuğumuzda hissettiklerimizi ise hiçbir şeye değişmem.

   Kısacası, her şey yolunda. En azından benim için yolunda. Mutluyum, daha ne diyeyim ki...

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Zaman.sız

 http://jjuuhhaa.deviantart.com

   Her şeye çok çabuk alışıyorum. Böylece zaman çabucak geçiveriyor. Ama bu durumdan biraz korkuyorum, alışmak istemediğim şeylere de bir gün alışırsam diye. Bir ortama, duruma bu kadar çabuk adapte olup, o ortam veya durumda hemen kaybolabilmek, tehlikeli ama rahatltıcı bir duygu. 

   Neyse, İzmir'den bildiriyorum şu an. 

   Hava şüphesiz sıcak. Fakat gelmeden önce herkes o kadar abartılı anlattı ki bu sıcağı, sanırım pskolojik olarak Ankara'da yaşadıktan sonra, buradaki sıcak beni pek etkilememeye başladı. 
   Anneannem de daha iyi, İzmir'e gelip de beni en çok mutlu eden şey bu oldu. Lakin dedem... Bilemiyorum. Aslında ikisi de çok farklı bir dünyadalar şu an, burada değiller. Sanki geçmişin mutlu anılarında asılı kalmışlar. Yıllarca çalışarak aldığı biricik evinde oturan sevgili dedem, burasının kendi evi olmadığını, artık kendi evine gitmek istediği söylüyor anneanneme sürekli. Kimse anlamıyor onu, ama ben anlıyorum. Gerçekten de orası artık onun evi değil ki... Gülüşmelerimiz, bol dedikodulu balkon keyiflerimiz yok ki artık o evde. Yapaylık var, hastalıklarını onlara hissettirmemeye çalışan evlatları, torunları, hasta bakıcıları var. Herkes onların hasta olduğunu söylüyor. Ama değiller ki... Onlar sadece farklı bir dünyada yaşamayı tercih ettiler. Yılların biriktirdiği o acıları kenara atıp, kendi dünyalarına çekildiler. Bedenleri bizim yanımızda, zihinleri ise ara ara yanımıza uğruyor. Ama mutlulular. Tam olarak olmasa da mutlulular. Annem ve babam da, bu akışın içinde çok fazla kayboluyorlar. Sanırım onların kendilerine ait bir dünyaları bile yok, gerçeklerle yaşıyorlar sadece, oradan oraya koşturuyorlar, yoruluyorlar. Ben mi nasılım? Dediğim gibi, alışıyorum. Ben de kendi dünyamda her şeyin daha kolay olması için, alışmayı tercih ediyorum.

   Etrafımdaki herkes, farklı zaman dilimlerinde, farklı hayatlar yaşıyor sanki. Aramızda, hiçbir yere ait olmayan vatansızlar gibi, zamansızlar da var. Ben zamansız mıyım, yoksa zamanın ta kendisi mi oldum bilemiyorum. Kendime ait bir zaman yaratamadım; anneannemin, dedemin, annemin, babamın, ablamın, hepsinin anılarına karışıp o zamandaki i oluyorum onlar için. Dostlarım için onların sevdikleri şimdiki zamana ayak uydurmaya çalışıyorum. Sevgilim için gelecek zamanda yaşıyorum, döneceği günü bekliyorum. Bilemiyorum, başkaları için zamanın ta kendisi oldum galiba. Kendim için ise, salt kendime ait bir zaman dilimi yaratamıyorum. 

   Zamansızım.
   Her şeye bu kadar çabuk alışmam, bundan galiba.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Mutlu bir günün ardından...

   Bugün pek güzel bir gündü. Sevgili g hariç, tüm dostlarım yanımdaydı. Balkonumuzda saatlerce konuştuk, dertleştik. Elektrik kesintisinden de istifade edip, mum ışığında dışarıyı izledik, yağmurun huzurlu sesini dinledik. Geleceğe dair hayaller kurduk. Şimdi daha ait hissediyorum kendimi bu eve. Yaşanmışlık olmayan bir evde, pek nefes alamıyorum. Ankara onlarla güzel, hayatım onlarla güzel...

   Dostlarım, Ankara'daki biricik ailem... 
   O kadar severim ki sizi...

1 Ağustos 2012 Çarşamba

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sevgiliye Mektuplar I

   Gidişinin ilk günü. Bütün gün aklımdaydın. Sarılıp uyumalarımızı, konuşmalarımızı, beraberce eğlenmemizi düşündüm hep. 
   Keyif yaptığımız kanepede seni hayal ettim bugün. Senin bile haberin yoktu, ama beraber izledik bugün gökyüzünü seninle.
   Ara ara yatağıma uzanıp kokunun sindiği yastıkla dışarıyı izledim. Seninle uyudum, seninle uyandım.

   Gelmene 27 gün var. Biliyorum, zaman bizim yanımızda olacak bu sefer, çabucak geçecek. 
   Güzel şey, seni özlemek...

27 Temmuz 2012 Cuma

Hercai


   Tam blogumu açmıştım ki, içerideki televizyondan Çelik'in Hercai adlı şarkısının çaldığını duydum. 1995 yılında çıkmış bu albümü, ben 6 yaşındayken. Ve ben daha 6 yaşında "hercai" kelimesinin tam olarak ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar küçükken, bu şarkıyı ezbere, bağıra bağıra söylüyordum. 

  (İnsan 23 yaşına gelince, bir zamanlar 6 yaşında olduğunu unutuyor sanırım. 50 yaşına geldiğimde de umarım bir zamanlar 23 yaşındaki beni unutmam.)

   Tam bunları yazarken, aynı televizyonda Candan Erçetin'in Parçalandım şarkısı çalmaya başladı. O da 2002 senesinde çıkmış, ben 13 yaşındayken. Aklıma beni gülümseten anılar geldi bir anda. Mesela ben küçükken 2000 yılına girdiğimizde, milenyum çağında her şeyin alüminyum folyoyla kaplı olacağını, uçan arabaların piyasaya sürüleceğini sanıyordum. Sanki yıl başından sonra filmlerdeki gibi teknolojik bir dünyada bulacaktık kendimizi. 
   O zamanlar kızlar arasında en tatlı heyecanlarımızdan birisi de şuydu: Yakalambaç oynarken, hoşlandığımız çocuğun bizi yakalaması... Bir keresinde tam hoşlandığım çocuk beni yakalayacaktı ki, yere kapaklanmıştım. Elimde küçük bir şişe vardı, kırılıp avuç içimi kesmişti. Kanlar içindeydim, insanlar etrafıma toplanmıştı. Elimin acısından çok, o çocuğun beni yakalayamamış olması üzmüştü sanırım beni.

   Ne küçük hayallerim, ne küçük umutlarım vardı o zamanlar. Şimdiki hayallerime ben bile yetişemiyorum, umut etmek konusunda da zaman zaman sıkıntı yaşıyorum. 

   Bir zamanlar "hercai"nin anlamını bilmeyen, 2000 yılında uzay çağına gireceğini sanan, hoşlandığı çocuk onu yakalasa mutlu olan o küçük kız, şimdi kocaman bir kadın oldu. Ama hala küçük şeylerden safça mutlu olabildiğimi fark ediyorum. Yakalambaçta değil belki ama, sevgilim beni kollarına aldığında da o tatlı heyecanı hissedebiliyorum. Hala daha safça alüminyum folyolu bir dünyayı görebileceğime inanıyorum.

   İçimde bir yerlerde hala 6 yaşında bir i'nin olması mutlu ediyor beni. 

19 Temmuz 2012 Perşembe

Duyguları hissetmeye aşık olduğumuzu anlasak, 
tüm insanlığı sevebileceğimizi de anlayacağız.
Zamanı öldürüyorum. 
O geldiğinde, dursun diye.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yeni ev.

   Yeni evimizden, yeni odamdan bildiriyorum.

   Kocaman bir pencerem, güzel bir manzaram var. Yatağımı pencereme dayadım. Böylece yatağımda kitap okurken, gökyüzüne daha yakın hissediyorum kendimi. Hem geceleri yatarken Atakule'nin ışıklarını gece lambası olarak kullanıyorum, ayı falan izliyorum. Rüzgar ağaçların yapraklarını sallarken çıkan o dalga sesiyle uyuyorum her gece. 

   Bu ev iyi gelecek bana biliyorum. Sevdiğim insanlarla paylaşacak çok şeyim olacak bu evde. Yüzümde saf ama huzurlu bir gülümseme var sürekli. Evet, gerçekten iyiyim, mutluyum ve de huzurluyum.

   Bu mutluluk ve huzurda sadece evin etkisi yok tabi. O'nun da etkisi büyük. Uzakta şimdi. Ama az kaldı dönmesine. Rüyalarımda hasret gideriyorum O'nunla. 

   Birbirimize iyi geliyoruz sanırım biz. Yani O'nunla biz olmak güzel bir duygu, doyamadığım bir duygu, özlediğim bir duygu... Özlüyorum O'nu, ama O'nu özlemeyi seviyorum. Yorucu özlemlerden değil çünkü bu. Küçük bir çocuk nasıl doğum günü hediyesini almak için sabırsızlıkla ve heyecanla beklerse, ben de onu beklerken böyle hissediyorum işte. 

   Özetle, iyiyim bu aralar. Ve biliyorum ki, daha da iyi olacağım.
   O'nun da dediği gibi; her şey çok güzel olacak.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Veda.


   Çok uzun zaman oldu yazmayalı, aslında kendimle kalmayalı.

   Artık, tüm yalnızlık ritüellerini gerçekleştirdiğim anılarla dolu odam yok. Kitaplarım yok. Anı kutum, resimlerim... Sadece bir yatak ve iki üç koli... Koskoca hayallerimi sığdırdığım bu odadan iki koli ve bir bavulun çıkmış olması şaşırttı beni. 

   Evet, taşınıyoruz bu evden. Yeni evimizle birlikte yeni mobilyalarımız, yeni komşularımız ve  yeni hayatlarımız olacak. Eskiye dair her şeyi attım odamdaki, eski mobilyaları, fotoğrafları, bazı kitapları... Fakat gene de tüm bu boşluğun ortasında ve beni bekleyen yeni hayatın başında, kendimi antika bir vazo gibi hissediyorum. Zihnim anneannemin çeyiz sandığı sanki, ince ince işlenmiş oyalar misali tek tek anıları çıkarıyor karşıma. Hüzünler mi ağır geliyor sevinçler mi bilemiyorum. Ama tanıdık bir duygu bu benim için. En son İzmir'den ayrılırken de böyle hissetmiştim.

   Eşyalara derin bir bağlılığım ve saygım var sanırım. Onlardan kopmak, insanlardan kopmaktan daha zor geliyor çoğu zaman bana. Neyse ki, bir çoğuna veda edebildim. Hem eşyalara hem insanlara hem de anılara...

   Yeni bir i olarak, yeni evimizde yeni hayatıma başlayacağım. Şu an her şey çok güzel, küçük melankoli ataklarım hariç. Mutluyum. Hem kendimle hem O'nunla mutluyum. 

   Ve biliyorum, 
   her şey daha da güzel olacak.

4 Mayıs 2012 Cuma

Tam bir sene önce bugün...


   Tam bir sene önce bugün, o kadar farklı bir i vardı ki. Ne hayalleri vardı, neler yapardı, ne düşünürdü... Hepsini  çok net hatırlıyorum. Değersizlik duygumda boğulmuştum, başkaları için yaşamıştım, oradan oraya savrulmuştum. Ben yoktum, kendimi onlara teslim edeli çok olmuştu. Hatta çoğu zaman, teslim alınmayan küçük bir kutuydum. 

   O kadar ince bir çizgideydim ki... Dibe düşmenin de sınırına gelmiştim. Düşecek yerim bile kalmamıştı. Çok iyi hatırlıyorum dipteki leş kokusunu. Yaşadığımı unutturuyordu bana, böylece daha az acı çektiğimi sanıyordum.

   Fakat bir an, o karanlığın içinde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğinin farkına vardım. Önümde çok uzun bir yol vardı. Aydınlık, göremeyeceğim kadar uzaktaydı. Karanlığa alışmış gözlerime rağmen, beni neyin beklediğini bilmeden, ışığa yürüdüm.

   Şükür ki, kör olmadan aydınlığa çıkabildim. Düşe kalka da olsa ulaştım. Kolay mıydı? Değildi elbette. Ama ziyadesiyle değdi buna.

   Evet, tam bir sene geçti... Bir sene de, tüm acılarım geçti. Çok farklı bir i var şimdi. Mutlu bir i, huzurlu bir i, sevmeyi bilen bir i, hatalarını görebilen bir i... Artık, gerçekten içten gülen bir i...

   O karanlık çukura düşmemde ve oradan çıkmamda bana yardımcı olan herkese, içten bir teşekkürü borç bilirim. Ama en çok da kendime...

   Saygılar.

29 Nisan 2012 Pazar

Sugarless.

Nedensiz, pek bir sevdim bu şarkıyı.

28 Nisan 2012 Cumartesi

Hissizim.

Dansı bilmem, ama şarkı çok iyi.

   Hissizim. Herkese karşı hissizim. Konuşmak bile bu aralar o kadar anlamsız geliyor ki bana. Ağzımdan çıkan her bir kelimenin, anlattığım her bir hikayenin bendeki anlamı o kadar büyük ki, paylaşırsam, anlamayacaklar, onların kelimeleri arasında kaybolup gidecekler diye korkuyorum. "Gereği yok" diyorum, "sus i, bir anlamı yok kendini anlatmanın. Sen anlatmadan da seni anlayacak birileri bir gün nasılsa. Kelimeler çok değerli, senin kelimelerin senin için çok değerli. Değersizleşmesine izin verme ve sus. Dinle sadece. Ruhuna yeni kelimeler kat. Diğerlerinin hayatlarını kafanda yaşa onlarca kez. Memnun ol bundan da. Her bir hayatı, bambaşka ve farklı hallerde yaşa içinde."

   Hissizim. Herkese karşı hissizim.
   Ama o kadar çok hayat var ki içimde... Bazen hayat beni boğuyor. Tutunamıyorum. Ellerim acıyor. Canım acıyor. 

   Gözyaşlarım... 

   Evet, hissizim.
   Yalnızım ve hissizim. 

   Kapalı bir hava hakim bedenimde. Yer yer yağışlı... Güneşi göremiyorum. Deniyorum, ama göremiyorum. Boş bir duvara bakıyorum. Sessizlik var, tek bir tık bile duymuyorum. Mutluyum. Ama her geçen gün, tek tek geçen o anlayamadığım her geçen gün, öldürüyor beni. Alıyor benden bir şeyleri. Geriye getiriyor mu, yerine bir şey koyuyor mu, bilemiyorum.

   Hayata boğuldum. Nefes alamıyorum. Hissetmiyorum artık bedenimi. Asılı kaldım ruhumun derinliklerinde, hareket edemiyorum. Ve kalbime sancılar giriyor. Yavaş yavaş ölüyorum. 

   Yeniden doğabilecek miyim, bilemiyorum.

26 Nisan 2012 Perşembe



Bu aralar geleceğe dair tek kaygımın, ertesi gün havanın nasıl olacağı olduğunu fark ettim.
Sanki güneşli ya da yağmurlu olması, benim için çok önemliymiş gibi...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Kendimi zaman zaman, temiz çoraplarımla fark etmeden banyodaki su birikintisine basmış gibi berbat hissedebiliyorum. 
Neyse ki bu aralar, çoraplarımı değiştirmeye mecalim var da, iyiyim. 

17 Nisan 2012 Salı

Trust No 1 - Missing Peace 
Beni alıp götürüyor bir yerlere, ama çözemedim nereler.
İyi geliyor ziyadesiyle. 

15 Nisan 2012 Pazar

.



    İçimi oyuyorlar. Gereksiz ne varsa atıyorlar. Kırıyorlar, kazıyorlar, yıkıyorlar, iyi de yapıyorlar.
    Ama içimde o kadar çok boşluk var ki şimdi... Dolduramıyorum.

   Hayatımın temellerini sarstılar. Her şey yıkıldı, her şey anlamsızlaştı. İşte bu yüzden artık yaklaşamıyorum kimseye. O kadar uzağım, soğuğum ki...  

    İçim sıkılıyor. 
   Bütün gün yataktan çıkmamak, 18 saat uyumak, 12 saat film izlemek, saatlerce kitap okuyup sızmak, tek başına dakikalarca yürümek... Daha anlamlı, o kimselerle birlikte olmaktan. Yoruyorlar beni, sömürüyorlar, çekiyorlar enerjimi. Suçlamıyorum da. Değiştim ben, değişmeyenlerin arasında. Çok değiştim, değişmeyi çok da istedim. Yeni kendimle mutluyum sanırım. Ama o kadar kendimleyim ki, insanlara yaklaşamıyorum. Kaçıyorum.

   Bir yandan da o kadar istiyorum ki, elimden tutsun biri. Fena olmazdı yalnızlığıma küçük bir ortak dahil etsem. Sonra bir korku kaplıyor her yanımı. İşte o anda fark ediyorum, bir birlikteliği sona erdirip yalnızlığa düşmek daha kolaymış, en zoru; yalnızlıktan çıkıp bir birlikteliğe kucak açmakmış.

   Boşluklarla doluyum. Bir türlü tam olarak dolduramıyorum. 
   Kendimi bir bardak olarak hayal ediyorum. Boş tarafına mı odaklanmalıyım, dolu tarafına mı, bilemiyorum.

12 Nisan 2012 Perşembe

Sun Kil Moon


Dünyadaki tüm güzel sesli kadın ve erkeklerin şarkılarını dinleyip 
çılgınca başkalarıyla paylaşmak istiyorum.

6 Nisan 2012 Cuma

Geçen gün twittera "mutluyum lan." yazmışım. Şöyle bir bakınırken gözüme çarptı. Okuyunca da mutlu oldum.


"Mutluyum lan." cümlesi, sebepsiz mutluluğu anlatır bana. Yani mutlusundur. O kadardır işte. 
Yıllardır mutlu olmak için sebep arayan bu bünyemin yorgunluğuna, son günlerdeki bu sebepsiz mutluluklar pek iyi geliyor.


Hayatta her zaman "çünkü"lere ihtiyaç yok sanırım. 


O zaman gene tekrar edeyim.
Mutluyum lan.

30 Mart 2012 Cuma

Huzur.


   Kapkara bulutların olduğu, sert rüzgarlı havaları oldum olası pek sevdim. Garip bir huzuru var böyle havaların. Küçüklüğümden beri Foça'nın kışında çok rastladım böyle havalara, alıştığımdandır belki. Özellikle akşam olup gök gürültüleri ve yağmur sesi dahil oldu mu tüm bunlara, keyfime diyecek olmuyor. 

   Ama bu tarz bir huzuru, güneşli ya da karlı havalarda da hissediyorum artık. Artık "kendim"le iyi anlaşıyorum. Kendimi incitmek yerine onu anlamaya çalışıyorum. Evet, huzurluyum.

   Bir de üzerine bugün böyle sevdiğim, dingin bir hava eklenince, mutluluğum daha da arttı. 

   Bu şarkı da bu güzel güne gelsin: Liz Green - Hey Joe

28 Mart 2012 Çarşamba

...

Tek ihtiyacım(ız) olan biraz sessizlik.

21 Mart 2012 Çarşamba

Bazı dostlar var ki, yerleri başkalarıyla asla doldurulamıyor.
Öyle özledim ki o dostları...

7 Mart 2012 Çarşamba

"ben" olmanın güvenli ortamından çıkıp, 
"biz" olmak ne kadar da zor.

5 Mart 2012 Pazartesi


Odam odam, huzurlu odam...

25 Şubat 2012 Cumartesi

Bazen ben hayatı değil de, hayat beni yaşıyormuş gibi geliyor.


Bu aralar durmam gerekiyor gibi hissediyorum. Soluklanmalıyım sanırım biraz, yatağa uzanıp boş boş tavana bakmalıyım mesela. 

Ya da etrafımdaki insan yığınından sıyrılmalıyım. Nefes alamıyorum çünkü birkaç gündür, her bir nefesimi içlerine çekip tüketiyorlar sanki beni. 

Ve ne çok yorgunluk ve bıkkınlık var şu küçücük bünyemde.


Bir parça yalnızlık,
aslında,
özlem duyduğum.

23 Şubat 2012 Perşembe

Bazen içimdeki bir "şey"den o kadar korkuyorum ki...
Sanki tüm hayatımı ateşe verebilirmişim gibi hissettiriyor bana -
kendimden korkuyorum.

16 Şubat 2012 Perşembe

Kümücüğüm.




Pek severim sevgili a'yı. Dost ötesi insan. Her bir şey...
http://barcodedsenses.blogspot.com/

8 Şubat 2012 Çarşamba

Sigara içmekten sararan ellere benzettiği 1963 basımı kitabın sayfalarına dokunurken aklına şu geldi:
Artık narin davranabildiğim tek şey, ellerimin arasında tuttuğum bu kitap... Ne acı...

2 Şubat 2012 Perşembe


There Are Some Remedies Worse Than The Disease.

31 Ocak 2012 Salı

Uyku beni kovalıyor, ben uykuyu...

Ve uyumak ilk defa gerçeklerden daha fazla acı veriyor bana.

26 Ocak 2012 Perşembe

Diş Macunu.


   "Şüphesiz ki biz, diş macununu ortasından sıkılsın diye yaratmadık."

   Tanrının kulağıma fısıldadığı ilk kuraldı bu. Çocukken diş macununu elime her aldığımda, bu kural tekrarlanırdı kulağıma. Arada, kimse görmezken tam ortasından sıkıverirdim diş macununu, kaçardım hemen banyodan. Tanrıyla aramızdaki en eskiye dayanan sırlardan biri budur herhalde. Sonra "gene kim sıktı bu diş macununu ortasından" diye bir gök gürültüsü kopardı. Tanrı kahkahalarla hem korkup hem de inadına kuralı ihlal etmeme gülerdi.

   Artık kendi evimdeyim. Tanrı kulağıma kural fısıldamıyor artık. Her sabah kalktığımda, diş macununu tam ortasından sıkarak dişlerimi fırçalıyorum. Çocukluğumda bana gülen o tanrıya karşı devrim yaptığımı sanıp mutlu oluyorum. Artık gök gürültüleri de yok. Kimse demiyor ki bu diş macununun hali ne. Ortada bir kuralım bile yok ihlal edip kaçabileceğim.

   Eskiden tanrı vardı, onun kuralları vardı, korkutucu gök gürültüleri vardı. Şimdi hiç biri yok, bir ben varım. Ve ben ilk defa tanrısızlıktan, kuralsızlıktan, korkusuzluktan şikayet edecek kadar yapayalnız hissediyorum kendimi, tek başınalığın dibine vurduğum bu evde.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bazen damdan akan su damlaları, küfür gibi düşüyor yüzüme.
İrkiliyorum. 

Pencere Önü Kedisi.


Ve tanrı, can sıkıntısından ne yaratacağını düşünüp sihirli asasıyla oynarken, dünyanın bütün mutluluklarını, o an önünden geçen küçük bir kedinin patisine yerleştirmeye karar verdi.  
Sonra i, gidip o patiye dokundu ve lanetlendi.
Artık kime dokunursa dokunsun,  böylesi bir huzur hissedemeyecekti.

22 Ocak 2012 Pazar


I don't wanna be your friend, I just wanna be your lover.

20 Ocak 2012 Cuma

Aslında en çok kışın aşık oluyor insan.


-24'ü gördüğümüz şu soğuk Ankara gecelerinde, 
ayaklarımı yorganın altında ısıtacak birine özlem duyduğumda,
aşık olmuş buluyorum kendimi hemen.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Hayatım hazır ve nazır seni bekliyor, gel artık.
Mutlu olalım senli benli bir hayatın içinde.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Biz.


   Özleyeceğim insan sayısı giderek artıyor. Gidiyorlar bir yerlere. Onlarla birlikte, bir sürü i de gidiyor benden. Gülerek uğurluyorum onları. Gözlerimse doluyor onlar gittikten sonra. Daha fazla dökecek göz yaşım kalmadı diye düşünürken, hala akan her bir göz yaşımda, onları ne kadar sevdiğimi anımsıyorum, gülüyorum. Dudağımın kıvrımında kalıp kuruyor göz yaşlarım. Dönecekleri güne kadar hepsi orada birikip kuruyorlar. Geldiklerinde ne çok şey anlatacağım onlara, sadece bunu düşünüyorum. Unutulmamak için ağlıyorum belki de. Ya da onlarsız yaşamak zor olacak diye... Ama eninde sonunda, tüm yokluklara alışıyorum ben de.

    Aslında özetle;
  Ben kalacağım, onlar gidecekler, ben bekleyeceğim, onlar dönecekler, ben değişeceğim, onlar değişecekler. Bizler değişeceğiz. Acaba biz, tekrardan "biz" olabilecek miyiz?

8 Ocak 2012 Pazar


"Okuduğum kitaplar neden beni daima bir savaşın göbeğine sürüklüyor ve yalnızca çocukların birbirinin gözünü oyduğu mayhoş gecelerde uzandığım yatağımdan buralara gelip, yarı çıplak bir muhabir oluyorum; var mı bir izahı? (...) Olay yerinden bildiriyorum. Hayır, bildirmiyorum. Olay yeri benim ve kendi hakkımda konuşmak istemiyorum. Kendi hakkımda konuşursam herkes hakkında dedikodu yapmış olacağım."

Küçük İskender
Psikeart