30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sevgiliye Mektuplar I

   Gidişinin ilk günü. Bütün gün aklımdaydın. Sarılıp uyumalarımızı, konuşmalarımızı, beraberce eğlenmemizi düşündüm hep. 
   Keyif yaptığımız kanepede seni hayal ettim bugün. Senin bile haberin yoktu, ama beraber izledik bugün gökyüzünü seninle.
   Ara ara yatağıma uzanıp kokunun sindiği yastıkla dışarıyı izledim. Seninle uyudum, seninle uyandım.

   Gelmene 27 gün var. Biliyorum, zaman bizim yanımızda olacak bu sefer, çabucak geçecek. 
   Güzel şey, seni özlemek...

27 Temmuz 2012 Cuma

Hercai


   Tam blogumu açmıştım ki, içerideki televizyondan Çelik'in Hercai adlı şarkısının çaldığını duydum. 1995 yılında çıkmış bu albümü, ben 6 yaşındayken. Ve ben daha 6 yaşında "hercai" kelimesinin tam olarak ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar küçükken, bu şarkıyı ezbere, bağıra bağıra söylüyordum. 

  (İnsan 23 yaşına gelince, bir zamanlar 6 yaşında olduğunu unutuyor sanırım. 50 yaşına geldiğimde de umarım bir zamanlar 23 yaşındaki beni unutmam.)

   Tam bunları yazarken, aynı televizyonda Candan Erçetin'in Parçalandım şarkısı çalmaya başladı. O da 2002 senesinde çıkmış, ben 13 yaşındayken. Aklıma beni gülümseten anılar geldi bir anda. Mesela ben küçükken 2000 yılına girdiğimizde, milenyum çağında her şeyin alüminyum folyoyla kaplı olacağını, uçan arabaların piyasaya sürüleceğini sanıyordum. Sanki yıl başından sonra filmlerdeki gibi teknolojik bir dünyada bulacaktık kendimizi. 
   O zamanlar kızlar arasında en tatlı heyecanlarımızdan birisi de şuydu: Yakalambaç oynarken, hoşlandığımız çocuğun bizi yakalaması... Bir keresinde tam hoşlandığım çocuk beni yakalayacaktı ki, yere kapaklanmıştım. Elimde küçük bir şişe vardı, kırılıp avuç içimi kesmişti. Kanlar içindeydim, insanlar etrafıma toplanmıştı. Elimin acısından çok, o çocuğun beni yakalayamamış olması üzmüştü sanırım beni.

   Ne küçük hayallerim, ne küçük umutlarım vardı o zamanlar. Şimdiki hayallerime ben bile yetişemiyorum, umut etmek konusunda da zaman zaman sıkıntı yaşıyorum. 

   Bir zamanlar "hercai"nin anlamını bilmeyen, 2000 yılında uzay çağına gireceğini sanan, hoşlandığı çocuk onu yakalasa mutlu olan o küçük kız, şimdi kocaman bir kadın oldu. Ama hala küçük şeylerden safça mutlu olabildiğimi fark ediyorum. Yakalambaçta değil belki ama, sevgilim beni kollarına aldığında da o tatlı heyecanı hissedebiliyorum. Hala daha safça alüminyum folyolu bir dünyayı görebileceğime inanıyorum.

   İçimde bir yerlerde hala 6 yaşında bir i'nin olması mutlu ediyor beni. 

19 Temmuz 2012 Perşembe

Duyguları hissetmeye aşık olduğumuzu anlasak, 
tüm insanlığı sevebileceğimizi de anlayacağız.
Zamanı öldürüyorum. 
O geldiğinde, dursun diye.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yeni ev.

   Yeni evimizden, yeni odamdan bildiriyorum.

   Kocaman bir pencerem, güzel bir manzaram var. Yatağımı pencereme dayadım. Böylece yatağımda kitap okurken, gökyüzüne daha yakın hissediyorum kendimi. Hem geceleri yatarken Atakule'nin ışıklarını gece lambası olarak kullanıyorum, ayı falan izliyorum. Rüzgar ağaçların yapraklarını sallarken çıkan o dalga sesiyle uyuyorum her gece. 

   Bu ev iyi gelecek bana biliyorum. Sevdiğim insanlarla paylaşacak çok şeyim olacak bu evde. Yüzümde saf ama huzurlu bir gülümseme var sürekli. Evet, gerçekten iyiyim, mutluyum ve de huzurluyum.

   Bu mutluluk ve huzurda sadece evin etkisi yok tabi. O'nun da etkisi büyük. Uzakta şimdi. Ama az kaldı dönmesine. Rüyalarımda hasret gideriyorum O'nunla. 

   Birbirimize iyi geliyoruz sanırım biz. Yani O'nunla biz olmak güzel bir duygu, doyamadığım bir duygu, özlediğim bir duygu... Özlüyorum O'nu, ama O'nu özlemeyi seviyorum. Yorucu özlemlerden değil çünkü bu. Küçük bir çocuk nasıl doğum günü hediyesini almak için sabırsızlıkla ve heyecanla beklerse, ben de onu beklerken böyle hissediyorum işte. 

   Özetle, iyiyim bu aralar. Ve biliyorum ki, daha da iyi olacağım.
   O'nun da dediği gibi; her şey çok güzel olacak.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Veda.


   Çok uzun zaman oldu yazmayalı, aslında kendimle kalmayalı.

   Artık, tüm yalnızlık ritüellerini gerçekleştirdiğim anılarla dolu odam yok. Kitaplarım yok. Anı kutum, resimlerim... Sadece bir yatak ve iki üç koli... Koskoca hayallerimi sığdırdığım bu odadan iki koli ve bir bavulun çıkmış olması şaşırttı beni. 

   Evet, taşınıyoruz bu evden. Yeni evimizle birlikte yeni mobilyalarımız, yeni komşularımız ve  yeni hayatlarımız olacak. Eskiye dair her şeyi attım odamdaki, eski mobilyaları, fotoğrafları, bazı kitapları... Fakat gene de tüm bu boşluğun ortasında ve beni bekleyen yeni hayatın başında, kendimi antika bir vazo gibi hissediyorum. Zihnim anneannemin çeyiz sandığı sanki, ince ince işlenmiş oyalar misali tek tek anıları çıkarıyor karşıma. Hüzünler mi ağır geliyor sevinçler mi bilemiyorum. Ama tanıdık bir duygu bu benim için. En son İzmir'den ayrılırken de böyle hissetmiştim.

   Eşyalara derin bir bağlılığım ve saygım var sanırım. Onlardan kopmak, insanlardan kopmaktan daha zor geliyor çoğu zaman bana. Neyse ki, bir çoğuna veda edebildim. Hem eşyalara hem insanlara hem de anılara...

   Yeni bir i olarak, yeni evimizde yeni hayatıma başlayacağım. Şu an her şey çok güzel, küçük melankoli ataklarım hariç. Mutluyum. Hem kendimle hem O'nunla mutluyum. 

   Ve biliyorum, 
   her şey daha da güzel olacak.