29 Aralık 2011 Perşembe




"gökyüzünü görmek için, dallarını mı kırmalıyız illa ki ağaçların?"


diye sordu kendine, budanmış ağaçların olduğu yolda yürürken. O da istemişti gökyüzüne bakmayı, hayallerine dokunmayı... Ama elinde avucunda kalan, kırık dökük kendilik halleri olmuştu. 


Sonra şöyle dedi kendine: "Tepelere çıkma cesaretini gösteremiyorsan, mahkumsun tabi ki de, dallarını kırmaya ağaçların!"

27 Aralık 2011 Salı

Ben(lik)sizlik Hali.


-Emin ol elimden geleni yapıyorum.
-Ama hep başa sarıyorsun, farkında mısın?
-Kolay değil, biliyorsun.
-Biliyorum, seninle aynı şeyleri hissediyoruz.
-Neden o zaman suçluyorsun hala beni.
-Başka kimi suçlayabilirim.
-Onları.
-Onlar, küçük figüranlardan başka bir şey değil. Başrol oyuncusu sensin ve sürekli yanlış oyunu oynuyorsun.
-Neden hatırlatmıyorsun bana kendini arada, perde arkasından...
-Sen beni kaybedeli çok oldu. Şimdi bulmak için çabalıyorsun. Ama gene yanlış yerlerde arıyorsun.
-Çok yoruldum. 
-Biliyorum.
-Hatırlamaya çalışmaktan yoruldum. Yanlışlardan yoruldum.
-Biliyorum.
-Yardım et bana!
-Beni bulmadan sana yardım edemem.
-Bulamazsam...
-Bulamazsan... Üzgünüm, elimden bir şey gelmez. Kendini bulmak, senin işin. Bu zamana kadar işini başkalarının üzerine yıktın, onları kandırdın, kendini kandırdın. "Ben"i bul. Ancak beni bulduğunda sana yardım edebilirim. Ancak o zaman bir "ben" olabilirsin. Üzerinden şu çöplükten bulduğun kimliğini çıkart ve sana ait olanı giy. Leş gibisin. Sana bakamadığım için kaçıyorum ben de senden. Şimdilik bu kadar yeter. Elimden geleni yaptım senin için, bundan sonrası senin işin.
-Ben... Hala sen diyorsun bana. Ben, hatırlayamıyorum neydim ben?



24 Aralık 2011 Cumartesi

*


Tüm sokaklar adaşımmış gibi dolanmak istedim bugün sokaklarda, burnum kırmızıdan mora çalıncaya kadar dolanmak istedim. Dolandım durdum.
Sonra aniden, gözüme kaçan kar taneleri gibi evime, sığınağıma kaçmak istedim. Kaçtım.
Yapılabilecek en sıradan ve en güzel işin, yağan karı izlemek olduğuna karar verdim. Yatağıma uzandım, izledim.
Sıcaklığın içindeki bir ben ve soğukluğun içindeki o beyaz taneler... Dokunacak kadar yakındım onlara, dokunsam yok edecek kadar da sıcaktım, onlar ise beni donduracak kadar çoktular.
Uykunun soğukluğu ürpertmeye başlayınca bedenimi, çektim yorganımı üzerime.Yavaş yavaş çözüldüm. 
Uyumuşum.

22 Aralık 2011 Perşembe

   Hayatta yapmam dediğim şeyleri yapmam, hayatımın bu döneminde, beni en çok mutlu eden şey haline geldi. Şöyle ki, neredeyse ilkokuldan beri biriktirdiğim mektup, fotoğraf, not, incik ve de cincikten oluşan anı kutumu, geçen aylarda yakmıştım. Bugün de, hatta birkaç dakika önce, eski yazılarımı sildim. Hatta ve hatta bazı fotoğrafları bile yok ettim. 

   Geçmişten kaçma değil bunun adı, daha yeni anlıyorum aslında. Sadece geçmişten kurtuluyorum. Sırf ben cesaretliyim, geçmişimle barışığım adı altında, bütün öfkelerimi ve acılarımı dibimde tutmuşum bunca zaman. Güzelleri ise onlardan göremez hale gelmişim. Asıl olan, onlardan kurtulmakmış. 

   Sancılı olan yeniden doğuş operasyonum tüm hızıyla devam ediyor.

11 Aralık 2011 Pazar

Pazar günlerinin keyfi böyle çıkarılır.

Geri kalan günlerin ise böyle...
Ah ne keyifsizim bu aralar!

10 Aralık 2011 Cumartesi

Ready? Able?

- hayallerimden vazgeçtiğim gün tam anlamıyla özgür olacağım.
- yalanını yesinler.
- neden ki? sabit ve uzun süreli bir hayalsizlik hali, kat be kat iyi değil mi hayal kırıklığından?
- peki, hayallerinden vazgeçtiğinde özgür olacağın da, bir hayal değil mi?
- hayalim, hayal kurmamak mı yani?
- bu paradokstan kaçamazsın.
sen bile bir hayal ürünüsün.
bir erkeğin hayallerini süslüyor mesela memelerin
ya da
kendi hayallerinde başka başka kadınlara bürünüyorsun.
sokakta yürürken bile, yanından geçen bir adamın erotik hayallerinin bir parçası oluyorsun.
sen bile bu kadar az gerçek, bu kadar çok hayal ürünüyken,
nasıl vazgeçeceksin hayallerinden?
- gerçek ve hayal arasında askıda mı yaşayacağım hep?
ne yapmalıyım sence?
-git, yat, uyu!

8 Aralık 2011 Perşembe

Ólafur Arnalds.


İzlanda'ya gitmek için çok sebep var.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Matruşka.

Bir matruşkayım ben. Her gece düşüncelerle kendi kendimi becerip sabaha doğum sancılarıyla uyanıyorum. Yeni ben, eski beni ortadan ikiye ayırıyor. Akbabalar eski benlerin leşlerini temizliyor. Yeni benler giderek küçülüyor.

Hayat büyüyor, ben küçülüyorum. Hayat büyüyor, ben tükeniyorum. Hayat, beni yok ediyor. Hayat ölümü bile alt ediyor.

Bir bakıyorlar ortada ne ben varım, ne ölüm. Sadece, leşlerimi bile kabul etmeyen koskoca bir hayat... 


6 Aralık 2011 Salı

Uykum bile kaçıyor benden.
Yapayalnızım.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Fevkalade.

   Önümde 912 sayfalık koca bir KPSS İktisat kitabı duruyor. Ona baktıkça midem bulanıyor. Hemen yanında 1128 sayfalık KPSS Hukuk, 474 sayfalık KPSS Tarih ve 378 sayfalık KPSS Coğrafya kitabı var. "Hayatım toplamda bu 2892 sayfalık kağıt yığınına mı bağlı" diye soruyorum kendime. Yol boyunca kitapları taşırken, ağırlıklarının, istemediğim bir geleceğin ağırlığına denk olduğunu fark ediyorum. Masamın üzerine koyduğumda ise sadece odama değil, hayatıma da hiç ait olmadıklarını düşünüyorum.

   2892. Kutsal sayı. Hatmettiğim takdirde, "fevkalade"(!) bir hayata başlayabileceğim. "Kimin fevkaladesi bu kuzum" diye sorarken buluyorum kendimi. Hala midem bulanıyor. Kütüphanemden bir kitap alıyorum ve okumaya başlıyorum. Okumamı bitirip onu da masaya koyuyorum. Ne kadar da küçük ve hafif kaldı diğerlerinin yanında. Gülmemek elde değil böylesi içler acısı bir duruma. İkisi de kitap, ama biri ne kadar samimi.

  Sonra kafamdan hızlı hızlı cümleler geçiyor, tutup bir tanesini yakalıyorum. Yılbaşı çekilişinde, isim yazılı kağıtlardan birini çektikten sonraki heyecanla, ne yazıyor diye bakıyorum. Bahtıma çıkan cümle şu: Kafamdaki cümlelere uysam kendimi öldürmüştüm şimdiye.
"Çünkü hayatın durdurulmaz akışı bunu böyle istiyordu."
Sırça Köşk

4 Aralık 2011 Pazar

Duvar.


   Bütün gece Dustin O'Halloran dinleyerek uyudum. Uzun süredir Dustin dinleyerek uyumadığımdan mı, yoksa ruh halimin garip olmasından mı bilinmez, uykunun garip bir halindeydim. Oldukça da mutluydum. Rüyalar ilk defa iyi geldi bana. Gerçek hayatımın kabusu olmadılar. (Bir şeyler iyi gidiyor gibi)

   Fakat, aniden uyandım gecenin orta vaktinde. Saate bakmadım, ama bence 03.15'ti saat. Yani o zaman diliminin içerisindeki ruh halim tam olarak 03.15'e aitti. Bilgisayardan hafif bir ışık geliyor, müzik çalmaya devam ediyordu. Hemen bir adım atıp uykunun içine düşmezsem, bütün gecem uyuma çabalarıyla geçebilirdi. Her şeyi göze alarak, vücudumun içinde kaybolduğu yorgandan çıkardım kolumu, göğsümü, boynumu ve küçük bacaklarımı karnıma olabildiğince yaklaştırarak yatakta öylece kala kaldım. Sadece bilgisayardan ve penceremin hemen dışındaki sokak lambasından gelen ışık aydınlatıyordu tüm odayı. Karşımdaki duvara diktim gözlerimi ve aklıma bir an gülümseyerek şu geldi: Ne yaparsan yap, ışık huzmelerinden kaçamayan bu duvarlar gibi kaçamayacaksın insanlardan. Nasıl ışık olmadan görülmüyorsa bu duvar, onun varlığı konusunda şüphe duyuyorsan, diğerleri olmadan da var olamayacaksın. Ama onlar senin aynan oldukça, sen onlardan kaçıyorsun. Onlar seni var ettikçe salt kendi halleriyle, sen koşuyorsun, kendi görüntüne bakmaktan korkuyorsun. Ne çok öfke var bedeninde, kendine dair. Aynaların yansıttığı binlerce senden nereye kadar...

   ...diye düşünürken, kolumdan tutup beni bir şey çekti uykunun ta diplerine. Ne olduğunu anlayamadım,  çıkmak da istemedim diplerden. Ne kadar süre kaldım bilemiyorum, ama gözlerimi açtığımda, bu sefer gün ışığı aydınlatıyordu tüm odayı. Gülümsedim, uzun süre gülümsedim. Güzelce bir gerindim ve duvarlara baktım. Aklıma hiçbir şey gelmedi, sadece baktım. Hala Dustin çalıyordu. Yorganı attım üstümden, hava tanecikleri tek tek değmeye başladı tenime. Kalktım ve tuvalete gitmek için kapıya yöneldim.

   Duvara asılı olan aynadan biri bana bakıyordu, çok tanıdık geldi, çıkaramadım. Sonra gittim yüzümü yıkadım.